Yükleniyor
0   /   100

“Plinius’un ‘Stadia’sı, Piri Reis’in ‘Dadia’sı… Binlerce yıldır denizcilerin ve şairlerin dilinde dönen bir kıyı: Datça…”

Datça… İsmini duyduğunuz anda bir meltem dolaşır saçlarınızda, bedeninizi okşar, benliğinizi sarar… Güneşin sarısı, taş evleri, denizi, badem çiçekleri ve sadece doğasıyla, tarihiyle değil, ruhuyla da bir çekim merkezidir.

Binlerce Yıllık Bir Uygarlık: Datça'nın Tarihi

Datça’nın geçmişi, günümüzden yaklaşık 4.000 yıl öncesine kadar uzanır. Antik çağda Knidos adıyla bilinen bu bölge, Karya uygarlığının önemli merkezlerinden biriydi. Stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yaptı: Dorlar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar… Her biri bu eşsiz coğrafyada iz bıraktılar.

Yaklaşık 2100 yıl önce yaşamış olan Romalı yazar Yaşlı Plinius (Plinius Secundus), Naturalis Historia (Doğa Tarihi) adlı eserinde bu bölgeden Stadia adıyla bahseder. Bu, Datça’nın antik dünyada da tanınan bir merkez olduğunun önemli bir göstergesidir. Coğrafi konumu ve doğal limanları sayesinde deniz ticaretinde de önemli bir yer edinmiştir.

Yüzyıllar sonra, Osmanlı denizciliğinin büyük ustalarından Piri Reis, meşhur Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) adlı eserinde Datça’dan Dadia olarak söz eder. Dadia, rüzgârların yön verdiği bir liman, denizcilerin mola verdiği saklı bir cennet olarak tarif edilir.

En ünlü antik yerleşimlerinden biri olan Knidos Antik Kenti, matematikçi Eudoxus ve ressam Polygnotos gibi bilim ve sanat insanlarının yaşadığı, dönemin kültür başkentlerinden biri olarak bilinmektedir. Ayrıca ünlü heykeltıraş Praxiteles’in yaptığı Knidos Afroditi heykeli de burada sergilenmiştir. 

Şiirin İçinden Geçmek: Can Yücel Sokak

Datça’nın kalbinde bir sokak vardır, adı şiirdir, dizedir, mısradır: Can Yücel Sokak. Ünlü şairin izlerini taşıyan bu daracık sokak, sadece adını değil, ruhunu da Can Yücel’den almış gibidir. Duvarlarına yazılmış dizeler, rüzgarda hafifçe salınan sarmaşıklar, taşların arasında inadına yeşeren otlar… Her şey sanki onun dizeleriyle konuşur.

Eski taş evlerin gölgelerinde onun sesi yankılanır. Duvarlara yazılmış dizeler, birer tabela değil, yön gösteren kutup yıldızıdır aslında.

“Bir yazı olsa da yazılsa,     

            sadece rüzgârı anlatsa Datça’nın.”

Bademin Çiçek Açtığı Mevsim

Badem çiçeğiyle başlar burada ilkbahar. Ağaçlar beyaza keser; sonra rengarenk bir cümbüşe döner, adeta ressamın tuvalinde fırça darbeleri ile oluşturduğu  yağlı boya tablo gibidir. 

Badem kokusu, deniz tuzuyla karışır; kokularla, renklerle, seslerle insanın benliğini yeniden yaratır. 

Ve yaz gelir. Deniz kollarını açar  misafirlerine Palamutbükü, Hayıtbükü, Ovabükü… Her biri mısra gibi, ayrı bir ahenkle dokunur kalbinize.  Çünkü burada doğa, insana karşı değil, insanla beraber yaşar.

Taşların Konuştuğu Kent

Güneşin altında parlayan taş evlerin arasında yürürken, rüzgâr kulağınıza eski dilde bir şeyler fısıldar. Belki bir antik filozofun ütopyası belki de Can Yücel’in mırıldandığı bir mısradır… Çünkü burada taşlar suskun kalmaz, geçmişle konuşur.

Knidos’un topraklarında yürürken, zamanın aniden çözündüğünün farkına varırsınız.  Knidos limanlarının biri güneşe, diğeri aya bakar. Gündüzleri masmavi, geceleri hayaller kurar. 

Arslana Bakan Demeter Tesmophoros

Datça’da; Antik Yunan mitolojisinde tarım, bereket ve annelik tanrıçası Demeter, bulunduğu yerden arslan heykeline bakıyor. “Tesmophoros” (Yunanca: Θεσμοφόρος), kelime anlamıyla “yasaları/kuralları getiren” ya da “kanun koyucu” demektir. Bu sıfatla Demeter, sadece doğanın değil aynı zamanda toplumsal düzenin, evliliğin ve aile yapısının koruyucusu olarak da saygı görür.

Güç ve Egemenlik Sembolü:

Aslan, antik dünyada gücü, kontrolü ve doğanın vahşi tarafına egemen olmayı temsil eder.

Demeter’in arslana bakması, onun doğaya ve hayata dair tüm güçlerin hakimi olduğunu simgeler.

Doğa ve Bereketin Zıtlığı:

Demeter bereketli ve uysal doğayı temsil ederken, aslan vahşi ve kontrolsüz doğayı temsil eder.

Bu ikili bakış, doğanın hem verici hem yıkıcı yönünü temsil edebilir.

Koruyucu Anne Figürü:

Aslan gibi güçlü bir varlığa karşı bakış ya da duruş, Demeter’in korkusuzluğunu ve koruyucu gücünü vurgular.

Günümüzde British Museum koleksiyonunun bir parçası olan heykel, MÖ 350’den kalmadır.

Demeter Tesmophoros
Demeter Tesmophoros karşı sahildeki Aslan'a bakıyor.

Knidos Antik Kenti

Ege ile Akdeniz’in Sarıldığı Yer: Knidos’ta Bir Gün

Bir kaç gün yağmurlu dolulu geçen zamandan sonra, güneşin tekrar aramıza katılması ile akşama doğru yola çıkıyoruz. Rotamız, Ege ile Akdeniz’in birbirine usulca sarıldığı noktadaya, zamanın bile yavaş aktığı bir yere: Knidos’a. Datça sokaklarında, arkadaş sohbetlerinde adını duymuştum, ama hiçbir fotoğraf ya da satır, buraya ayak basmanın yarattığı hissi tam olarak tarif edemezmiş. Şimdi biliyorum.

Taşlar, Sessizce Konuşan Tanıklar

Knidos’a ilk adım attığımızda, karşımıza çıkan sütunlar bizim yüzlerce yıl öncesine tarihi bir yolculuk yapmamıza neden oldu. Zamanda yolculuk mümkün oluyormuş hissine kapılmadık değil.  Bugün bile ayakta kalmayı başarmış bu yapılar, yüzyılların yorgunluğunu gururla taşıyor. Mermerin üzerindeki her oyuk, sanki bir öykü anlatıyor.

Buradaki yollardan kimler yürüdü? Kimler tanrılarına dua etti, kimler limana gelen gemileri karşıladı, kimler sonsuz ufka bakıp iç geçirdi?

Kafamın içinde sessiz bir rehber, bana şehrin sırlarını fısıldıyor gibiydi.

İki Denizin Arasında, Sonsuzluğun Kıyısında

Knidos’un konumu öylesine özel ki… Bir tarafında Ege’nin özgür ruhu, diğer yanında Akdeniz’in sıcak soluğu var. İkisinin tam ortasında durup, gözlerimle ufka baktım. Uzakta bir deniz feneri, dalgaların kucakladığı bir tepeden denizi selamlıyordu.

Gün batımı yaklaştıkça gökyüzü mor, turuncu ve lacivertin inanılmaz tonlarına bürünmeye başladı. O an, sadece geçmişin değil, doğanın da kutsal bir alanında olduğumu hissettim.

Sessizlik İçinde Dinginlik

Knidos’ta sadece tarih değil, dinginlik de var. Şehrin taş sokaklarında yürürken, rüzgarın zeytin dallarındaki fısıltısı da eşlik ediyor. Arada bir cıvıldayan kuşlar, doğanın da bu antik kente hayran olduğunu gösteriyor.

Her yer papatyalarla, sarı kır çiçekleriyle dolu. Sanki zamanın bile unuttuğu bu yerde, yaşam yeniden başlıyor, her noktasında bir devir daim söz konusu. Hayatın döngüsel çevrimi her yeni günde, mevsimde, yılda yeniden başlıyor.  

Gitmeden Önce

Knidos’u sadece bir antik kent olarak değil,  bir zaman kapsülü’nde yolculuk yaptığınızı düşünün. İçine adım attığınızda modern dünyayı geride bıraktığınızı hayal edin . Burada sessizlik konuşuyor, taşlar dile geliyor, deniz duygulara tercüman oluyor.

Eğer bir gün Datça yolları sizi çağırırsa, Knidos’a da mutlaka uğrayın. Yanınıza bir defter alın, belki birkaç satır yazmak istersiniz. Çünkü bu şehir, sadece geçmişi değil, sizin iç dünyanızı da keşfetmenize neden olabilir.

Ayrılıken...

Knidos’tan ayrılırken, arkamdan el sallayan, su döken bir dostu geride bırakmış gibi hissettim. Vedalaşmak gerçekten zor oldu. Ama her ayrılış, yeniden buluşmanın ve bir araya gelmenin başlangıcıdır . Belki bir gün, güneşin başka bir açıda battığı başka bir mevsimde, tekrar yollarımız kesişir.

Ve o zaman… yine taşlara dokunur, tarihle konuşurum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir